19 Ekim 2012 Cuma

IN THE MOOD FOR LOVE (2000) (FA YEUNG NIN WA) (AŞK ZAMANI)







Beyazperdenin en önemli yönetmenlerinden: “Wong Kar-Wai”.




Filmlerini seyrederken hayatın onun filmlerindeki gibi incelik ve zarafet içinde olmasını diliyor insan. Filmlerinin her bir karesi özenle yapılmış bir tablo gibi..

1958 Şanghay doğumlu yönetmen, hayatının büyük kısmını Hong Kong’da geçirmiş. Grafik bölümünde eğitimini tamamladıktan sonra TV için çeşitli programlar yapmış ve daha sonra sinema serüvenine başlamıştır. 1997 yılında “Happy Together” filmiyle Cannes Film Festivali’nde En İyi Yönetmen ödülünü almış ve günümüze kadar bu ödülü 32 adet daha ödül takip etmiştir. 

2006 yılında Cannes Film Festivali’nde Jüri Başkanlığı görevini yapmış olan Wong Kar-Wai, bu görevi üstlenen ilk Çinli olmuştur. 7-17 Şubat 2013 tarihlerinde yapılacak olan 63.Uluslararası Berlin Film Festivali’nin de Jüri Başkanlığını üstlenecektir.

Çoğu zaman kendisi kadar başarılı olan Görüntü Yönetmeni “Christopher Doyle” ile çalışan Wong Kar-Wai’nin filmlerinde senaryo aramamak gerekir. Onun filmleri sanki şiirsel tek bir sekanstan oluşur. Renkler, müzikler, yağan yağmurlar ve hatta yenmekte olan yemekler bir bütün içinde birbirleriyle dans ederler. Hayatın içinde olan en temel ve basit kavramları onun kadar büyüleyici ve estetik olarak anlatan başka bir yönetmen yok denecek kadar azdır. Benim fikrime göre, O sinemanın sanat olduğunu kanıtlayan bir sihirbaz..

Filmleri: 
  • As Tears Go By (Wong gok ka moon) (1988)
  • Days of Being Wild (A Fei jing juen) (1991)
  • Ashes of Time (Dung che sai duk) (1994)
  • Hong Kong Express (Chungking Express) (1994)
  • Angeli perduti (Fallen Angels) (1995)
  • Happy Together (1997)
  • In the Mood for Love (2000)
  • 2046 (2004)
  • Eros (2004) - La Mano (El) epizodu
  • My Blueberry Nights (2007)
  • Ashes of Time Redux (2008)




Filme gelince, öncelikle sizi uyarmalıyım: Bu film bittikten sonra gündelik yaşamınız etkilenebilir. Bir süre normal hayata dönmekte zorlanabilir ve hatta bir süre yutkunamayabilirsiniz. 







Çekimleri 15 ayda tamamlanan bu film “Görsel ve İşitsel dupduru bir Aşk Başyapıtı”. Filmin şiirsel dili  sizi karakterlerin ruh haline sokarken, filmdeki ayrıntılar, yan öğeler ve arka plan görüntüleri olağandışı güzellikte planlanmış.
Ağır çekimlerin zamanlamaları ve müzikle olan uyumu filmin vurgusunu kalbinize kazıyor.

Aşkı bu kadar zarif ve büyüleyici anlatan bu film için son sözüm:
“Bizim kuşağın Casablanca’sı..”


 

 

6 Ekim 2012 Cumartesi

AMOUR (2012) (LIEBE) (LOVE) (AŞK)








Şüphesiz ki 11.Filmekimi’nin en merakla beklenen filmiydi Amour (2012). Sinemanın en önemli yönetmenlerinden Michael Haneke, son filmini Cannes Film Festivali’ne götüreceğini açıkladığında diğer  filmler için umutlar zaten azalmıştı. Ve Altın Palmiye Amour (2012) ile Haneke’nin ellerindeydi.





Yaşamımızın erken dönemlerinde farkına varmak istemediğimiz, düşünmekten ısrarla kaçtığımız ve bize çok uzak sandığımız, kalan günlerin azaldığı o dönem geldiğinde neler yaşayacağız?Nasıl yaşayacağız?Ne halde olacağız? Çoğu insanın söylediği gibi “Hayat çok mu kısa?” yada Amour (2012)’da Anne karakterinin söylediği gibi “Hayat çok uzun ve güzel”mi??

Filme girmeden önce seyircilerine, “Rahatsız ve huzursuz seyirler” dileyen Haneke’nin filminden beklentim belliydi. Filmin ortasına doğru salondan çıkmaya başlayacak çokça seyirci..Beklentilerim salondan çıkanlarla boşa çıkmazken, Haneke, Amour (2012) ile beklentilerimin ötesine geçerek bir başyapıt ortaya çıkarıyordu.







Paris’te, bu güzel şehre özgü bir evde oturan ve 80’lerine gelmiş olan Anne (Emmanuelle Riva) ve Georges (Jean-Louis Trintignant) yaşamlarının son dönemine sakin ve uyumlu bir beraberlikle devam etmektedir.Ta ki yaşamlarının o son dönemecine başlangıç yapacakları sabaha kadar. Anne, George ve kızlarının dahil olduğu bu son zamanlar, bize yaşam gerçeğini olağanüstü bir dille anlatıyor. Emmanuelle Riva ve Jean-Louis Trintignant büyüleyici performanslarıyla, filmden çıktığınızda sizde duvara çarpma etkisi yaratıyor. Filmin çoğunluğunun geçtiği ev gerçeklik duygusunun dokusunu oluşturuyor. Filmin satıraralarında; aşk, aile, evlilik, çocuklar, yaşam, ölüm, vicdan, ötenazi kısacası her şey var diyebilirim. Bir ipucu isterseniz, filmin en önemli mesajı George ile eve giren güvercin arasında geçenlerde gizli diyebilirim.

Haneke, çoğu filminde olduğu gibi bu filminde de müziğin seyircinin duygularını
etkilememesi  için müzik kullanmıyor. Elindeki oyuncularının olağanüstü performansları ve ulaşılması zor yönetmenlik yeteneği ile yeni başyapıtını sinema tarihine geçiyor.